Ada
Her insan kendi adasında yaşar
Takırdatarak dişlerini ya da terleyerek.
Gözyaşları, içer
Şeytanın edebiyat bilgilerini
Onun dişlerini takırdatması
Kimseyi yerinden kıpırdatmaz.
Her insan kendi dilinde konuşur
Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini
Kafasındakı ışığın.
Sonra iyi olarak da anlaşılmaz.
Düşkırıklığı ve incinmedir
Gerçek utanmazlıklar
19 Nolu Sonnet
Yalnızca benden kaçma yeter
Boş sözler de etsen duymak istiyorum seni
Sağır olsan gönlüm sözlerini ister
Dilsiz olsan gördüğünü.
Kör olsam, seni görmek isterdim
Sen yanımda yol gösterici oldun
Uzun yolun daha yarısı bile aşılmadı
Bir düşün içinde yaşadığımız karanlığı
'Bırak beni yaralıyım' desen de boşa
Görevden dönülmez, yalnızca ertelenir
Başka bir yerde değil, yalnızca burda
Bilirsin özgür değildir gereksinilen kimse
Gönlüm herşeyden önce seni ister
Biz de diyebilirim, ben yerine
Aşk Dersi
Ama kızım, diyorum ki
Biraz istekli olsun sesin:
Ete bürünürse severim ruhu
Ve eti ruh doluysa severim
Azaltamaz masumluk coşkuyu asla
Hem daha güzel doyar insan açken.
Severim erdemin arkası varsa
Ve erdemliyse bir arka.
Tanrı kuğuya bindiğinden beri
Fena olur bazı kızların içi
Zevkle katlansalar da acıya:
Duymak ister Tanrı kuğunun türküsünü
Bir Yaprak Gönder
Bir yaprak gönder bana,
bir koruluktan koparılmış olsun,
hiç değilse evinden yarım saat öteden.
Sen oraya dek yürür güçlenirsin,
bense kalkar teşekkür ederim sana
o güzel yaprak için.
Bizden Sonra Doğanlara
I
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
Ahmaktır hilesiz söz. Düz bir alın
Vurdumduymazlığa işaret. Gülen
Kötü haberi almamış henüz.
Nasıl bir çağdır bu,
Ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı
Birçok alçaklığa suskun kalışı içerdiğinden.
Yolu kaygısızca karşı karşıya geçen
Ulaşılmazdır artık herhalde
Zorda kalan arkadaşları için.
Doğrudur: geçimimi sağlamaktayım hala
Fakat inanın: bu sadece bir tesadüftür.
Yaptıklarım
Arasında hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya.
Tesadüfen ayaktayım. (Şansım ters giderse mahvoldum.)
Diyorlar ki: ye ve iç sen! Sevin, neyin varsa!
Fakat nasıl yiyip içeyim ki, yediğim
Bir açın ellerinden kaptığım lokmaysa, bir
Susuzun sorduğu bardak suysa içtiğim?
Ve yine de yiyip içiyorum ben!
Ben de bir bilge olmak isterdim.
Yazıyor eski kitaplar bilgelik nedir:
Dünya kavgalarına uzak durmak ve o kısa zamanı
Korkusuz geçirmek
Şiddete başvurmadan hem
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Düşlerini gerçekleştirmek değil, unutmak
Bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum:
Gerçekten karanlık bir çağdır yaşadığım!
II
Kargaşalık döneminde geldim şehirlere
Açlığın hüküm sürdüğünde.
Girdim insanlar arasına isyan döneminde
Ve öfkelendim onlarla birlikte.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.
Savaşlar ortasında yedim ekmeğimi
Katiller arasında yattım uykuya
Özensiz yaklaştım aşka
Ve doğayı sabırsızlıkla izledim.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.
Yollar bataklığa gidiyordu zamanımda.
Cellada bildiriyordu beni konuştuğum dil.
Çok değildi yapabileceklerim. Fakat iktidardakiler daha
Güvende hissediyorlardı kendilerini bensiz, ümit ediyordum.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde verilmiş bana.
III
Battığımız dalgalardan
Yükselecek olan sizler
Zaaflarımızdan söz ederken
Unutmayın
Karanlık çağı da
Sizlerin kurtulmuş olduğu.
Yürüdük ya, pabuçlardan çok ülke değiştirerek
Sınıf savaşlarının ortasında, çaresiz
Haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.
Biliyoruz halbuki:
Aşağılıklara duyulan nefret de
Bozar şeklini yüzün.
Kısar sesi haksızlık karşısındaki
Öfke de. Ah, güleryüzlülüğe
Ortam hazırlamak istemiş bizler
Güleryüzlü olamadık kendimiz.
Sizler fakat, geldiğinde vakit
İnsan insanın yardımcısı olduğu
Zaman.
Hatırlayın
Hoşgörüyle bizi.
Genaralim Tankınız Ne Güçlü
Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.
Göçmenin Sitemi
Ekmeğimi kazandım ve tükettim sizler gibi.
Bir doktorum ben, doğrusu: bir doktordum.
Saçlarımın renginden mi şeklinden mi burnumun
Bir gün evsiz barksız ve aşsız kodular beni.
Bir yastıkta yedi yıl kocadığım kadın
Yanağımı yanağına elimi kucağına vererek
Kurtuldu benden gerekçe göstererek
Siyah saçlarımı önünde yargıcın.
Ben ama geçtim geceleyin bir ormandan
(Yanlış bir anne tarafından doğurulmuşum)
Bir ülke arayarak dışlamayan bizleri.
Fakat hangi kapıyı çalsam
Utanmaz diyerek çevirdiler geri
Ben utanmaz değil: mahvolmuşum.
Halkın Ekmeği
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek,başlar açlık,
bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız,kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!
Bolsa insanın önünde ekmek,lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire...
Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.
Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o,günde bir çok kez gerekli.
Sabahtan akşama dek,iş yerinde,eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.
madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?
Öteki ekmeği kim pişiren?
Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol,pişkin,verimli.
Kentin Varoşlarından Gelen
1.
Entarisi pazen, atkısı sarı,
gözleri göller gibi kara,
ne parası pulu var, ne yapacak işi,
ama öyle uzun ki siyah saçları,
değer uçları kirli topuklara.
İşte Hanna Cash, yavrum,
Ayartıp soyardı beyleri.
Geldi esen rüzgarla bozkırdan,
gitti gene esen rüzgarla.
2.
Ne iskarpini vardı, ne gömleği.
Bilmezdi dua etmesini bile.
Gelmişti koca kente bir kedi gibi.
Odunlarla leşler arasında
bozbulanık kanal boyu
minicik bir kül kedisi
dolaşır durur ya hani.
Nasıl yıkardı bardakları durmadan, görseniz,
Yıkayamazdı kendini bu yüzden.
Öyleyken Hanna Cash, yavrum,
gene de sayılırdı tertemiz.
3.
Düştü bir gece bir gemici barına,
derin ve karaydı gözleri göller gibi.
Serseri Kent'e rastladı orada,
saçları vardı Kent'in kapkara,
barda bıçak oyuncusuydu.
Aldı Hanna'yı yanında götürdü.
Kırparken gözlerini o Kent serserisi,
o yontulmuş, o allahın belası,
Hanna Cach duyuyordu, yavrum,
bakışlarıyla soyduğunu kendisini.
4.
Yürüdüler hayat yolunda el ele,
öğrendiler hanyayı konyayı.
Ne ev bark, ne kap kacak,
ne de ad, çocuklarına bırakacak.
Kar yağdı, yağmur yağdı.
Boğuldu sulara orman.
Ama Hanna Cash, yavrum,
ayrılmadı erkeğinden.
5.
Polis dedi: Bu adam yankesici.
Sütçü dedi: Hem de topal.
Hanna dedi: Bundan ne çıkar?
Erkeğim benim o.
Benim canım onu çeker.
Orda burda gezer dururdu erkeği.
Sonra gelir çekerdi Hanna'ya sopayı.
Ama Hanna boşverirdi bunlara.
Seviyordu ya kocasını canı gibi.
6.
Damları yoktu başlarını sokacak.
Herkes onlara düşmandı sanki,
Gene de yuvarlanıp gittiler iyi kötü.
Şehirlerden ormanlara yıllar boyu,
ormanlardan kırlara gittiler.
Yürüdüler, ne kar dediler ne tipi,
kesilinceye dek solukları.
Hanna Cash, yavrum,
izledi sevgili erkeğini.
7.
Üstleri başları dökülürdü.
Ve yoktu gezmeleri tozmaları pazar günleri.
Bir pastaneye giremediler üçü bir arada.
Ne yiyecek poğaçaları vardı,
Ne de armonikaları.
Benzerdi günler birbirine.
Hiç güneş yoktu havada.
Ama parlardı güneşler durmadan
Hanna Cash'ın yüzünde.
Erkeği balık çalar, o tuz çalar,
n'eylersin, 'yaşamak çok zor'.
Hanna bakar balıkları pişirirken:
Çocuklar oturmuşlar kocasının dizlerine,
Okurlar dua kitabını ezberden.
Dere tepe elli yıl bu,
uyudular hepsi bir yatakta.
İşte Hanna Cash'ın hikayesi, yavrum.
Tanrı elbet bir gün görür onu.
Bizden Sonra Doğanlara
Gerçekten, karanlık bir devirde yaşıyorum!
İyimser sözler ahmaklıktır. Kırışıksız bir alın
Kanıtıdır vurdumduymazlığın. Gülen
Korkunç haberi almamış demektir henüz.
Nasıl bir çağdır ki bu,
Ağaçlardan bahsetmek neredeyse suç
Değil mi ki birçok alçaklığa suskun kalınıyor.
Orda ağırdan sakince caddeyi geçen
Artık neredeyse erişilmezdir
Zorda kalmış arkadaşları için.
Doğrudur: Geçimimi sağlıyorum
Ama inanın: Bu bir rastlantı yalnızca. Yaptığım
hiçbir şey hak vermiyor karnımı doyurmaya
tesadüfen ayaktayım. (Şansım dönerse, hapı yutarım)
Diyorlar ki: Ye, iç sen! Sevin, sahip olduğun için.
Fakat nasıl yer içerim ki, yiyeceğimi kaparsam
bir açın ellerinden ve
bardağımdaki su bir susuzda yoksa?
Ama gelin görün ki yiyip içiyorum yine de ben!
Ben de bilge olmak isterdim.
Eski kitaplarda yazılıdır bilgeliğin ne olduğu:
Dünya kavgalarından uzak durmak ve ömür denen kısa dönemi
korkusuz geçirmek;
şiddete başvurmadan
kötülüğe iyilikle karşılık vermek;
düşlerini gerçekleştirmek değil unutmak
bilgelik olarak kabul ediliyor.
Tüm bunları yapamıyorum
Gerçekten, karanlık bir devirde yaşıyorum!
II
Şehirlere düzensizlik döneminde geldim
hükmünü yürütüyordu yoksunluk.
İnsanların arasına isyan günlerinde karıştım
ve onlarla birlikte öfkelendim.
İşte böylece geçip gitti
ömrüm benim.
Yemeğimi iki savaş arası yedim
Katiller arasında yattım uykuya
Görmezden gelip özensizce yaklaştım aşka
ve doğaya sabırsız baktım.
İşte böylece geçip gitti
ömrüm benim.
Yollar bataklığa gidiyordu benim zamanımda.
Konuştuğum dil ele veriyordu beni.
Elimden gelen çok azdı. Fakat hükmedenler
daha güvende hissediyorlardı kendilerini bensiz, bunu ümit ettim
hep
İşte böylece geçip gitti
ömrüm benim.
Haklıların gücü azdı. Hedefse
çok uzakta.
Apaçık görünüyordu, benim ulaşmam
olanaksız olsa da.
İşte böylece geçip gitti
ömrüm benim.
III
Bizim battığımız dalgalardan
yükselecek olan sizler…
Siz, yükseleceksiniz
bizim battığımız dalgalardan.
Hatırlayın
zaaflarımızdan söz ederken
sizin kurtulduğunuz
karanlık çağı da.
Gidiyorduk yine de, pabuçlardan çok ülke değiştirerek
sınıf savaşları arasından, çaresizce
haksızlığın olup öfkenin olmadığı yerde.
Biliyoruz oysa:
Aşağılıklara duyulan nefret de
gerer yüz çizgileri.
Haksızlık karşısındaki öfke de
kısar sesi. Ah, biz
dostluk yolunu hazırlamak isterken
dost olmadık birbirimize.
Fakat siz, geldiğinde
insanın insana hem dert olduğu zaman
hoşgörüyle hatırlayın bizi.
78 Numaralı Duygusal Şarkı
Ah, şu aşk yatağında
Bir kez daha yorgun uyuyakalmışım
Bir ağaç gördüm yeşil tomurcuk dolu
Güneşin altında.
Düşünüyordum rüyamda
Bu güneş altındaki ağacı:
Zamanı gelince beni bu
Yeşil ağacın altında gömsünler.
Sonra senin yanında uyanınca
Bembeyaz çarşaflar içinde:
Ah, beni bu çarşafların
İçine gömsünler diye düşündüm.
Ve perdelerin arasından süzülen
Yumuşacık ay
Hareketsiz, sessiz düşünüyordu.
Benim cenazem ne zaman?
Daha sonra bacağına
Ve ılık vücuduna sarılmışken
Düşündüm: İlerde
Beni bu kolların arasında gömün.
ve hepinizi gözleri yaşlı mirasçılar gibi
yatağımın çevresinde gördüm.
düşündüm: öldüğümde
gitmeme izin vermeniz gerekecek.
siz çok şey verenler: bana herşeyi
veremediğiniz için üzüleceksiniz:
beni sevinçli gördüğünüz için
avunamayacaksınız.
Bekleyeceğim Seni
Savaşa gitmek mi istersin, git asker,
Gidenin bir daha gelmediği
Kanlı, kuduran savaşa.
Burda olacağım geri dönersen,
Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni,
Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında,
Dönünceye dek en son asker,
Bekleyeceğim seni daha da çok.
Sen geri gelince savaştan
Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme.
Yanımdaki yastık hep boş kalacak.
Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak.
Bıraktığım gibi diyeceksin her şey,
Sen geri gelince savaştan,
Sen geri gelince.
Bir Alman anasının Ağıtı
Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum,
bu haki gömleği bendim sana giy diyen.
Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi,
bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem,
asın beni, derdim, daha iyi.
Elini görürdüm hani ben senin, oğlum,
'Hayl Hitler! ' diyerek kaldırdığın elini,
Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim,
kuruyacağını bir gün elinin.
Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin
üstün bir ırktan.
Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden
celladıymışsın meğer sen kendinin.
Gittiğini görürdüm senin, oğlum,
uygun adımla Hitler' in ardından.
Nerden bilecektim, onu izleyenin
artık bir daha geri dönmeyeceğini.
Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanya
gelecek bir gün tanınmaz hale.
Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim,
küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle.
Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin.
Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum.
Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım,
sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum.
Bir Gün Gelecek Yararsız Olacağım Ben de
Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu:
Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı!
Güzel yıllar gelecek birbiri ardınca.
Çıkaracaklar depodan silahları bir gün,
Bakacaklar ki paslanmış hepsi.
Ben de atılmak isterdim,açıkçası,
son okurumun elinden.
Son insan olsun o, yeter ki,
köpeklerin ısırdığı son insan!
Bir Yaprak Gönder
Bir yaprak gönder bana,
bir koruluktan koparılmış olsun,
hiç değilse evinden yarım saat öteden.
Sen oraya dek yürür güçlenirsin,
bense kalkar teşekkür ederim sana
o güzel yaprak için.
Birleşik Cephe Türküsü
1.
Ve insan insan olduğu için
yemek isteyecektir, buyrun hadi.
Oysa sözcükler ne etin yerini tutar,
ne de doldurur boş mideyi.
Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.
2.
Ve insan insan olduğu için
hoş görmez suratına inecek çizmeyi.
Ne kendi altında köleler ister,
ne de üstünde ister bir efendi.
Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.
3.
Ve işçi işçi olduğu için
ona başkası vermez özgürlüğü.
Onu kurtaracak başkaları değil,
bu iş işçinin kendi işi.
Haydi sola, bir kii!
Haydi sola, bir kii!
Yer var, yoldaş, sana da,
al Birleşik Cephe'de yerini,
çünkü bir işçisin sen de.
Çağcıl Söylem
Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı
Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gök kubbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik, göğü aşan.
Bin dudak ilençle soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.
Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gök kubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.
Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri
O zaman dost ve düşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.
Çağrı
Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı
yağmurun,
Bulutların rüzgarla sökün ettiği.
Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla
gelmez;
Onu bulup getiren insanlardır.
Duman tüten topraktan bahar boyunca,
Dökülüp yükselir birden gökyüzü.
Ama barış ağaç değil, ot değil ki
yeşersin:
Sen istersen olur barış, istersen
çiçeklenir.
Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.
Bilin kuvvetinizi.
Bir tabiat kanunu değildir savaş,
Barışsa bir armağan gibi verilmez
insana:
Savaşa karşı
Barış için
Katillerin önüne dikilmek gerek,
'Hayır yaşayacağız! ' demek.
İndirin yumruğunuzu suratlarına!
Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.
Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç
kişidir,
Yoktur karabasandan bir çıkarları
Dünyaya bakıp 'ne küçük' derler,
Bir şeylerle yetinmezler ucunda,
Para hesap eder gibi hesaplıyorlar
bizi,
Savaş da bu hesabın ucunda.
Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:
Korkunç oyunları, davranın, bitsin.
Söz konusu olan çocuğundur, ana:
Koru onu, dikil karşılarına,
Biz milyonlarca kişi
Savaşı yener miyiz?
Bunu sen bileceksin.
Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz.
Bir de düşün 'Yok! ' dediğini:
Düşün ki savaş geçmişin malı
ve barış taşıyor gelecekten.
Çay Kökünden Yapılmış Bir Çin Aslanı Üzerine
kötüleri korkutur pençen
iyileri sevindirir inceliğin,
benzer şeyler
duymak isterdim
dizelerim için.
Devrim Askeriyle Alay Ediliyor
1.
Çizmeleri su alan general,
de bana: Kimden gelir
bu buyruklar? Laf aramızda:
Bugün öğle yemeği yedin mi?
Kafanda planlar var mı?
Miden boş sadece?
Bir bayrağım var, dersin,
ama ordun hani nerde?
Tek pantolonlu devlet adamı,
bir ütü tahtası ister misin?
Bakanların nerde toplanırlar?
Yoksa köprü altında mı?
Papaz oğlanı alır,
as alır papazı.
Adın tarihe geçer ama
kimliğin nerde hani?
Dört ediyorsa iki kere iki,
tamam, güç sende olacak,
(ayaklar baş olacak) ama:
Bu gece bir yatağın var mı yatacak?
2.
Eğer ben, su almayan çizmeler giymek istiyorsam bir gün,
çünkü parmaklarımı bile örtmüyor şu ayağımdakiler,
kovmalıyım bana çizme vermeyenleri,
ve tüm deri piyasasını düzenlemeliyim.
Pantolonum dökülüyor.
Kıçıma bir pantolon gerek
kışı geçirebilmem için zar zor.
Onun için, pantolonların nerde olduğunu bilmeliyim
ilk peşin,
ve tüm tekstil sanayiini düzenlemeliyim
Eğer istiyorsam has ekmek yemek,
önce kırmalıyım tahıl borsasını
ve gidip görüşmeliyim çiftçiyle ben kendim
ve traktörler göndermeliyim tarlalara,
ve ekini geniş çapta üretmeliyim.
İstemiyorsam benmi hor görenlerin
savaşlarında askerlik yapmak,
onların laflarına gülüp geçmeliyim
ve kendi bayrağımı açmalıyım,
ve savaşımı ilan etmeliyim onlara.
Dört Aşk Şarkısı
-I-
Senden ayrılıp sonra
Kavuşunca bu büyük güne
Gördüm, görmeye başlayınca
Herkesi neşe içinde.
Ve o akşam vaktinden beri
Bilirsin ya, hangisi
Dudaklarım daha bir güzel
Ve ayaklarım daha bir çevik şimdi.
Daha yeşil ağaçlar dallar ve çimen,
Duyumsayınca böyle
Ve su daha hoş serin
Üstüme dökününce.
-II-
Bana neşe verince sen
Düşünüyorum da bazen:
Şimdi ölebilirim diyorum işte
Ve hep mutlu kalırım böylece
Ta sonsuza dek.
Sen yaşlanınca sonra
Ve hatırlarsan beni
Görünürüm yine bugünkü gibi
Ve bir sevgilin olur senin de
Hala gencecik biri.
-III-
Yedi gülü var dalın
Altısını yel alır
Biri kalır geriye
O da bana adanır.
Yedi kez çağırırım seni
Altısında gelme kal
Ama yedincisinde söz ver
Tek bir sözcükle gel.
-IV-
Bir dal verdi sevdiğim
Üstünde sarı yapraklar.
Yıl desen,geçer gider
Sevdaysa yeni başlar.
Duvara Tebeşirle Yazılan
'Savaş istiyoruz! '
En önce vuruldu
Bunu yazan.
Duyumsadığın Her Şeye
Duyumsadığın her şeye
En küçük önemi ver.
Söylemişti sensiz yaşayamayacağını
Unutma bunu, yeniden rastlarsan ona
Tanıyacaktır seni.
Bana bir iyilik yap, bu kadar çok sevme beni
Son kez sevildiğimde
Duymamıştım en küçük bir sevinç bile.
Gelen Savaş
Bu gelen savaş ilk değil.
Çok savaş oldu bundan önce.
Bittiği gün en son savaş
bir yanda yenilenler vardı gene,
bir yanda yenenler vardı.
Yenilenlerin yanında
kırılıyordu halk açlıktan.
Yenenlerin yanında
halk açlıktan kırılıyordu.
Generalim Tankınız Ne Güçlü
Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.
Istiyorum
istiyorum gideyim sevdigimle.
istiyorum bos vereyim sonu ne olacak.
istiyorum düsünmeyeyim iyi mi, kötü mü.
istiyorum bilmeyeyim beni seviyor mu?
istiyorum gideyim sevdigimle.
Kar Yağmaya Başlıyor
Kar başlıyor yağmaya.
Burda kimler kalacak?
Eskisi gibi gene
taşlarla yoksullar.
Kardeşim Bir Pilottu
Bir pilottu kardeşim.
Güzel bir günde emri geldi.
Hazır etti çantasını,
güneye doğru koyuldu yola.
Bir fatihti kardeşim.
Yerimiz yoktu yaşamaya.
Topraklar ele geçirmekti
öteden beri hayalimiz.
Kardeşimin fethettiği yer şimdi
Guadarrama dağlarında.
Boyu tam bir seksen,
derinliği bir elli.
Kentin Varoşlarından Gelen
İncecik pardesüler içindeki okul arkadaşlarımız
her vakit çok geç gelirlerdi sabah dersine,
çünkü süt ve gazete dağıtırlardı annelerinin yerine.
Öğretmenler
onları bir güzel azarlar
ve işaret korlardı kara kaplı deftere
Getirmezlerdi yanlarında yiyecek filan.
Ders aralarında yalnız
ödevlerini yaparlardı helalarda.
Ama izin verilmezdi buna.
Dinlenmek ve yemek içinmiş ders araları.
Pi'nin ondalık değerini bilemediler mi
öğretmenleri sorardı onları:
Neden kalmadınız o çıktığınız çöplükte?
Bilirdi onlar neden kalmadıklarını.
Kentin varoşlarından gelen yoksul çocuklarına
devlet kapılarında önemsiz görevler vaadedilirdi,
bu yüzden onlar, gecelerini gündüzlerine katıp ezberlerlerdi
parça parça olmuş elden düşme kitaplarında ne varsa.
Bir de öğrenirlerdi öğretmenlerinin ayaklarını yalamayı
ve hor görmeyi kendi analarını
Varoşlardan gelen yoksul okul çocuklarına vaadedilen bu
önemsiz görevler
toprağın altındaydı.
Onlara ayrılan yerlerdeki sandalyelerin yoktu
oturacak yerleri.
Olsa olsa
Kısa bitkilerin kökleriydi
onları bekleyen.
Hem ne diye öğretiliyordu bu çocuklara Yunanca dilbilgisi,
Sezar'ın seferleri, sülfürün formülü, Pi'nin değeri?
Alınlarında yazılı olan Flander'lerin kitle mezarlarında
neye ihtiyaçları olacaktı bu çocukların
biraz kireçten başka?
Kitaplar Yakılıyor
Buyurunca Hitler Hazretleri
Zararlı fikirlerle dolu kitapların yakılmasını
Halkın önünde, alanlarda,
Öküzler odun yığınlarına araba araba kitap taşıdı.
Gözden düşmüş şairlerden biri,
Hem de en iyilerinden biri,
Şöyle bir göz gezdirdi yakılacak listesine,
Gitti aklı başından:
Unutulmuştu kendi adı.
Hemen seğirtti çalışma odasına,
Sanki öfkesinden kanatlanmıştı.
O saat bir mektup karaladı zorbalara:
'Benimkileri de yakın! ' dedi. 'Benimkileri de!
Yapamazsınız bana bu kötülüğü,
Kenarda bırakamazsınız beni!
Ben de hep gerçeği söylemedim mi kitaplarımda?
Neden davranırsınız bana yalancıymışım gibi?
Yakın benimkileride! '
Koltuk Değnekleri
Büyük doktorun kapısını çalana dek
Yedi yıl çektim bu derdi
Sordu: Bu koltuk değnekleri de ne?
Yanıtladım: Tutmuyor bacaklarım.
Bu bir tansık değil dedi
Gel, dost ol, dene
Seni hasta eden bu koltuk değnekleri
Yürü, düş, sürün yerlerde!
Gülerek bir canavar gibi
Alıp güzelim koltuk değneklerimi
Kırdı sırtımda
Sonra da gülerek yaktı ateşte
Şimdi iyileştim, yürüyorum
Bir gülüş iyileştirdi beni
Yalnızca arada bir odun görünce
Birkaç saat kötü yürüyorum
Kötü Zamanlardan bir Aşk Şarkısı
Arkadaş olmamıştık birbirimizle
Ama oturduk birlikte aynı yerde
Ve sarılıp yattığımızda birbirimize
Aydan daha yabancıydık birbirimize.
Ve karşılaşsak bugün çarşı-pazarda
Dövüşebiliriz belki bir kaç balık için.
Arkadaş olmamıştık birbirimizle
Sarılıp yattığımızda birbirimize
Madem İyisin
Anladık iyisin,
Ama neye yarıyor iyiliğin.
Seni kimse satın alamaz,
Eve düşen yıldırım da
Satın alınmaz.
Anladık dediğin dedik,
Ama dediğin ne?
Doğrusun, söylersin düşündüğünü,
Ama düşündüğün ne?
Yüreklisin,
Kime karşı?
Akıllısın,
Yararı kime?
Gözetmezsin kendi çıkarını,
Peki gözettiğin kimin ki?
Dostluğuna diyecek yok ya,
Dostların kimler?
Şimdi bizi iyi dinle:
Düşmanımızsın sen bizim
Dikeceğiz seni bir duvarın dibine
Ama madem bir sürü iyi yönün var
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine
İyi tüfeklerden çıkan
İyi kurşunlarla vuracağız seni.
Sonra da gömeceğiz
İyi bir kürekle
İyi bir toprağa.
Moskova'lı İşçilerin 1935'te Büyük Metroya Sahip Oluşları
Duyduk ki: Seksen bin işçi
yapmış metroyu, birçoğu günlük işlerinden sonra,
çoğunlukla geceleri sabahlara dek.
O yıl boyunca hep delikanlıların ve kızların güle oynaya
tünellerden çıktıkları görülürmüş
harca batmış ter içindeki iş giysilerini göstererek gururla.
Aşılmış bütün engeller-
yeraltı suları, çok katlı yapıların basıncı,
dayanıksız büyük toprak yığınları-.
Süslemek için kaçınılmamış hiçbir çabadan,
en iyi mermer getirilmiş uzaklardan, en güzel ağaçlar
işlenmiş özene bezene.
Güzelim vagonlar adeta çıt çıkarmadan
kaymaya başlamışlar
gün gibi aydınlık tünellerde:
Titiz müşteriler için her şeyin en iyisi.
Şimdi, demiryolu en üstün planlara uyularak yapıldıktan
sonra
sahipleri geldi onu görmeye ve binmeye.
O insanlardı onlar, onu yapanlardı.
Binlercesi oradaydı, dolaşıyorlar
ve inceliyorlardı dev istasyonları.
Trenlerle büyük kalabalıklar geçiyordu bu ara,
yüzleri istasyonlara dönük-
erkekler, kadınlar, çocuklar ve kır sakallılar-
sevinçten pırıl pırıldı yüzleri, tiyatrodaymışlar gibi,
çünkü farklı yapılmıştı istasyonların hepsi,
hepsi başka taştan, başka biçimde;
ışık da her seferinde geliyordu başka kaynaktan.
Sevinçli bir itiş kakışla arkaya itiliyordu her trene binen,
çünkü istasyonlar en iyi
görülebiliyordu önceki yerlerden.
Çocuklar yukarı kaldırılıyordu her istasyonda.
Yolcular her fırsatta dışarı taşıp
sevinçli bir titizlikle inceliyorlardı bitirilen işi,
sütunları elliyorlar ve parlaklıklarına bakıyorlardı,
ayak burunlarını sürtüyorlardı taş döşemeye
anlamak için taşların düzgünce yerlerine oturup
oturmadığını
Sonra vagonlara doluşup yeniden
duvar kaplamalarını inceleyip parmaklarını sürüyorlardı
camlara.
Erkekler ve kadınlar işaret ediyorlardı durmadan-
doğru olup olmadığında biraz duraksayarak-
çalıştıkları yerleri:
Ellerinin izini taşıyordu taşlar.
Her yüz görülebiliyordu açıkça,
çünkü çok ışık vardı,
lamba çoktu, gördüğüm herhangi bir demiryolundan
çok daha fazla.
Tüneller de apaydınlıktı,
karanlıkta kalmamıştı emeğin bir karışı bile.
Ve tek bir yıl içinde yapılmıştı tüm bunlar,
ve dünyada başka hiçbir demiryolu yapımında
bu kadar çok işçi çalışmamıştı.
Ve dünyada başka hiçbir demiryolunun bu kadar çok
sahibi olmamıştı
Çünkü bu yapı harikası, bunca kentte bunca zamandır
kendinden önceki hiçbir yapının görmediği şeyi gördü:
Yapının işçileriydi yapının sahipleri.
Emeğin tüm meyvalarının emek dökenlere düştüğü
nerede görülmüştü?
Bir yapıdan, onu yapanların kovulmadıkları
nerede görülmüştü?
Onları vagonlarımıza giderken gördüğümüzde,
kendi eserleri olan vagonlarda,
hemen anımsadık:
Klasik yazarların bir vakitler hop oturup hop kalkarak
önceden gördükleri o büyük tablo buydu.
Nasıldı
-I-
Önce sevinç uyutmadı beni
Sonra üzüntü nöbet tuttu bütün gece.
İkisi de gidince başımdan
Uyudum, ama ah, her Mayıs gecesi
Bir kasım sabahı getirdi ardından.
-II-
Senin derdin benimdi
Benimki senin
Paylaşamazsam bir sevinci seninle
Yoktu benim de sevincim
Ne Diye Anılsın Adım?
eskiden düşünürdüm: ilerde, çok ilerde
çökünce oturduğum evler
bindiğim gemiler çürüyünce
anarlar benim de adımı
başka adlarla birlikte.
çünkü ben faydalıyı övdüm
adi buluyorlardı yaşadığım günlerde.
çünkü ben dinlerle savaştım
zulme karşı çıktım çünkü
ya da başka bir şeyden ötürü.
çünkü ben insanlardan yanaydım,
saygı duydum, onlara buraktım her şeyi;
şiir yazdım, dili zenginleştirdim,
pratik yollar öğrettim çünkü,
ya da başka bir şeyden ötürü.
düşündüm bu yüzden adım anılır benim
durur bir taşın üstünde,
alınır kitaplardan basılır
yeni yeni kitaplara.
bugünse
pekâlâ, unutulsun!
ne diye
ekmek varsa yeterince, sorulsun fırıncı?
ne diye yeni kar bekleniyorsa
övülsün erimiş kar?
ne diye
bir gelecek varsa
dursun bir geçmiş?
ne diye
anılsın adım
Onunla Gitmek İstiyorum, Sevdiğimle
Onunla gitmek istiyorum, sevdiğimle
Hesaplamak istemiyorum neye mal olacağını,
Düşünmek istemiyorum iyi mi kötü mü diye
Bilmek istemiyorum sevip sevmediğini beni,
Onunla gitmek istiyorum, sevdiğimle
Öğrenen Kişi
Önce kumun üzerine kurdum, sonra kayanın.
Hiçbir şeyin üzerine kurmadım artık
çökünce kaya.
Sonra yeniden kurdum sık sık
kum ve kayanın üzerine.
Öğrenmiştim ama.
Kendilerine güvenip de mektubu verdiklerim
çöpe attılar onu.
Ama hiç önemsemediklerim
bulup geri getirdiler bana.
Öğrendim böylece.
Yapılmadı buyurduklarım.
Gelince gördüm ki
yanlışmış.
Yapılmıştı doğru olan.
Bir şey öğrendim bundan da.
Eski yaralar acır
soğuklarda.
Ben sık sık şöyle derim ama:
Yalnız mezarın hiçbir şeyi olmayacak
bana öğretecek.
Sabah Akşam Okunması İçin
Sevdiğim
Söylüyor
Bensiz olamayacağını
Bu yüzden
Kendime dikkat ediyorum
Yolda yürürken önüme bakıyorum
Ve korkuyorum her yağmur damlasından
Sanki beni ezecekmiş gibi.
Sanat
-Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
-Elbette şarkılar da söylenecek
Belgileyen karanlık dönemleri.
Sırf Artan Düzensizlik Yüzünden
Sırf artan düzensizlik yüzünden
bizim sınıf kavgası kentlerimizde
çoğumuz şu yıllarda karar verdik
daha fazla söz etmemeye
deniz kıyısındaki kentlerden, çatılardaki kardan,
kadınlardan,
mahzendeki olgun elmaların kokusundan,
etin duygularından
bir insanı insan yapan ve onu şişmanlatan tüm şeylerden.
Ama gelecekte yalnız düzensizlikten söz etmeye
ve böylece tek yanlı, kısır olmaya karar verdik,
ve politika işine adamakıllı dalmaya,
ve diyalektik ekonominin kuru ve 'aşağılık' sözcüklerini
kullanmaya.
Kar tipilerinin (bu tipiler, biliyoruz, sadece soğuk değil)
sömürünün, çekici kadın etinin, sınıflı adaletin
böylesine korkunç, böylesine sıkışık, bir arada yaşamaları
bu kadar çok yönlü bir dünyanın içimizde onaylanmasını
doğurmasın diye
ve zevk alınmasın diye çelişkilerinden
böylesine kanlı bir yaşamın.
Anlıyorsunuz.
Sonra Doğan
İtiraf ediyorum: hiçbir
Umudum yok.
Körler bir çıkaryoldan söz ediyorlar. Ben
Görüyorum.
Yanılgılar tükenince
Oturur son arkadaş olarak
Bir hiç karşımızda.
Sorular
Ne giydiğini yaz bana!
Sıcak tutuyor mu?
Nasıl uyuduğunu yaz bana!
Yatağın yumuşak mı?
Nasıl göründüğünü yaz bana!
Hep aynı mısın?
Neyi özlediğini yaz bana!
Kolumu mu?
Nasılsın, yaz bana!
Hoş tutuyorlar mı seni?
Ne bok yiyorlar, yaz bana!
Cesaretin yetiyor mu?
Ne yaptığını yaz bana!
Yaptığın şey iyi mi?
Neyi düşündüğünü yaz bana!
Beni mi?
Elbette sorulardır
sana bütün verebildiğim.
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim,
mecburum buna.
Yorgunsan, uzatamam sana elimi.
Ya da açsan, seni besleyemem.
Sanki yaşamamışım bu dünyada,
hiç yokmuşum.
Unutmuşum sanki seni.
Sürekli Düşünüyordum
Sürekli düşünüyordum: En yalın sözcükler
Yeterli olmalıdır gerçeği söylediğimde
Herkes yüreğinin yırtıldığını hissedecek.
Kendini savunmazsan
En azından
Yokolup gideceğini anlayacaksın.
Üstad Öğren
Haklıyım, deme sık sık, üstad!
Öğrencin de görsün, bırak.
Zorlama gerçeği:
Gerçek zora gelmez.
Konuşurken dinle biraz!
Yolcu
Yıllarca önce
araba kullanmasını öğrenirken
ustam sigara içirtirdi bana.
Ve yoğun trafiğe çıktığımda
ya da keskin dönemeçlere geldiğimde
sönerse cıgaram,
direksiyonu alırdı elimden.
Ben araba kullanırken fıkralar da anlatırdı
ve eğer ben arabayı sürerken kendimi işime kaptırıp da
fıkralarına gülmediysem
direksiyonu alırdı elimden.
Güvensiz hissederim kendimi, derdi. Korkutur beni,
şoförün kendini işine gereğinden fazla kaptırdığını görmek
bir yolcu olarak.
İşte ben de o zamandan beri
gereğinden fazla dalmamaya bakarım yaptığım işe.
Çevremde olup biten şeylerle de ilgilenirim.
Birileriyle konuşmak için işime ara veririm çoğu kez.
Bir cıgara içemeyecek kadar hızlı araba sürmekten
vazgeçtim.
Yolcuyu düşünüyorum artık.
Zaaflar
Senin hic yoktu
Benimse vardi bir tane,
Seviyordum.
'antoloji com dan alıntıdır.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder